Yaşadığımız zamanları göç ve göçmenler çağı olarak tanımlamak çok da yanlış olmayacaktır. Gerek ekonomik gerek siyasi ya da toplumsal pek çok sebepten ötürü kişiler bulundukları ülke içinde ya da başka ülkelere göç ederek daha iyi bir hayatın peşinde koşuyorlar. Birleşmiş Milletler’in sunduğu verilere göre dünyada şu an 1 milyar göçmen var. Bu kişilerin yaklaşık 300 milyon kadarını uluslararası göçmenler oluştururken 700 milyonunu ise bulundukları ülke içinde yer değiştiren kişiler oluşturuyor. Dünya nüfusunun 8’de 1’ini oluşturan göçmenlerin kendilerinden en çok söz ettireni ise 68 milyonluk zorla yerinden edilen popülasyon.
Göçler ağırlıklı olarak daha iyi, refah ve “güvenli” bir hayat arzusuyla yapıldığı için ekonomik imkanların ve vaatlerin daha cazip olduğu çekim noktalarına yapıldığını görüyoruz. Bu çekim noktaları bugüne kadar ekonomik, kültürel ve sosyal faaliyetlerin yoğunlaştığı kentler veya kent çeperleri oldu. Türkiye özelinde şehirlerin özellikle köylerden büyük bir göç dalgasına tutulması 1950’li yılların sonlarında başlıyor. Genellikle maddi bir motivasyonla gerçekleşen bu göçleri 1960’larda yoğunlukla Almanya’ya doğru gerçekleşen dış göçler izliyor. Maddi bir motivasyonla gerçekleşen ama ağırlıklı olarak kalifiye olmayan kişilerin oluşturduğu bu dış göç dalgası 2000’lerde hem eğitim hem de maddi kaygılarla daha kalifiye vatandaşların yurtdışına kısa ya da uzun süreli göç etmesiyle beyin göçü olgusunu da Türkiye için yadsınamaz bir gerçeklik olarak karşımıza çıkardı.
Göç ve göçmenlik, günümüzde ana akım medya tarafından pek çok problemin ana kaynağı gibi gösterilse de aslında toplumların ve devletlerin beyin gücüne ve toplumsal kalkınmasına önemli katkılar sağlayabilirler. Ancak göçmenlerin tek başlarına, herhangi bir toplumsal destek almaksızın yeni geldikleri topluma katkı sağlamalarını beklemek nafile bir çaba olacaktır. Bu anlamda Birleşmiş Milletler’in 10 yıllık planları arasına aldığı Sürdürülebilir Kalkınma Hedefleri (Sustainable Development Goals) toplumların kalkınması noktasında adımlar atılması için önemli fırsatlar sunuyor.
Sürdürülebilir Kalkınma Hedefleri
Sürdürülebilir Kalkınma Hedefleri, Birleşmiş Milletler’e üye ülkeler tarafından 2015 yılında kabul edildi. Açlığın bitirilmesi, yoksulluğun sonlandırılması, iklim krizinin önüne geçilmesi, şehirlerin kalkındırılması gibi çeşitli temalarda toplamda 17 hedef, 2030 yılına kadar dünyadaki çeşitli problemlerin sonlandırılmasını, gezegenin korunmasını ve dünya vatandaşlarının huzur ve refah içinde yaşaması amacıyla ortaya konuldu.
Bu hedeflerden 11.si şehirlerin sürdürülebilir, güvenli ve çeşitli insan toplulukları için kapsayıcı olma çabasına odaklanıyor. Küresel ölçekte kentli insan nüfusunun kırsalda yaşayan nüfusu geçmesiyle birlikte bu tür bir hedef daha sağlam bir gelecek için oldukça önemli. Üstelik şehirlerin daha sürdürülebilir olması sadece iklim krizi sebepli bir hedefe değil, göçlerin odağı olan şehirleri beşeri faaliyetler açısından da sürdürülebilir kılmayı amaçlıyor.
Göç ve Şehirlerin Sürdürülebilirliği
Göçün göç alan topluluklar açısından olumlu etkilerini açığa çıkarabilmek için Birleşmiş Milletler’in 11. kalkınma hedefi kilit rolde. Bu hedefe göre şehirde yaşayan herkes, yerel nüfus ya da göçmenler fark etmeksizin, eşit imkanlara sahip olmalı. Herkes için yeterli barınma imkanlarının sağlanması, şehrin tüm alanlarının altyapı hizmetlerine erişiminin olması, şehirde yaşayan herkesin insan kaynakları gelişimi ve iş gücüne erişim için gerekli araçların sağlanması bu 11. hedefin en önemli maddeleri arasında.
Tabii ki sürdürülebilir kalkınma hedefleri sadece Birleşmiş Milletler’in konuyu ortaya atmasıyla çözülemez. Hem devletler hem de yerel yönetimler düzeyinde yapılacak çalışmalar, özellikle şehirler ve göç ekseninde, çeşitli toplumsal farkların arasındaki uçurumun minimuma indirilmesine, daha güçlü ve kalıcı bir entegrasyonun sağlanmasına ve göçmenlerin geldikleri toplumun “sorun”u değil, o toplumu dönüştüren ve topluma katkı sağlayan gruplar olmasına yardımcı olacaktır.