Haftanın Gelişmeleri /////////
*Festivallere uzak kaldığımız iki yılın ardından global organizasyonlar geri dönüşe hazırlanıyor. Birçok müzisyen ve grubun 2022 turne programlarını açıklamaya başlamasının ardından, en önemli müzik festivallerinden biri olarak kabul edilen Primavera Sound’da göz kamaştıran programını açıkladı. Barselona merkezli festival Primavera Sound, bu yıl bu yıl 2-4 ve 9-11 Haziran 2022 tarihlerinde iki ayrı hafta sonuna yayılmış bir şekilde karşımıza çıkacak. Pavement, The Strokes, Tame Impala, Gorillaz, Dua Lipa gibi müzisyenlerin yer aldığı ve yaklaşık 400 sanatçının bulunduğu program ise cinsiyet dengesi göz önünde bulundurularak hazırlandı.
*Türkiye’nin önde gelen iki giyim markası Mavi ve Les Benjamins, güçlerini SS21 özel koleksiyonu için birleştirdi. Mavi’nin otuz yıllık denim tecrübesinin Les Benjamins’in kurucusu ve kreatif direktörü Bünyamin Aydın’ın tasarım dilini oluşturan kentsel çizgi ve halı desenleriyle zenginleştirdiği koleksiyon, 90’lardan günümüze gelen sokak kültürünün grafik diliyle tasarlanan özel bir logoda buluşuyor. Les Benjamins X Mavi koleksiyonuna ve detaylı bilgiye seçili Mavi mağazalarından, mavi.com’dan ve Les Benjamins Nişantaşı ve Akasya mağazalarından ulaşılabiliyor.
*Netflix, pop müzik tarihindeki bilinmedik hikayelerin inceleneceği sekiz bölümlük yeni belgesel serisi This is Pop’u duyurdu. T-Pain, Chuck D ve Shania Twain gibi sanatçıların yer aldığı belgesel serisi, pop müzik kültürünü etkileyen olaylara ışık tutacak. Pop nedir? sorusuna cevap aranacak olan belgeselin yayın tarihi ise 22 Haziran olarak belirlendi.
*Pride ayına girmemize günler kala, Calvin Klein LBTQIA+ topluluğuna adanmış yeni koleksiyonunu tanıttı. 8 ayrı yıldızın perspektifinden incelediğimiz koleksiyon, kot ceketler, gökkuşağı temalı iç çamaşırları, kolsuz yelekler ve çok daha fazlasıyla geniş ürün yelpazesi sunmayı başarıyor. Pride ayına özel olarak hazırlanan bu özel koleksiyonun satışına ise Calvin Klein web sitesinde başlandı.
Yazarlar/////////Röportaj
KADEBOSTANY İLE MÜZİK VE YARATICILIK ÜZERİNE
İsviçreli pop grubu Kadebostany, kendi yarattıkları hayali ülkelerinde nasıl isterlerse öyle yaşadıklarını ve isteyen herkesin de burada yaşayabileceğini söylüyor. Müziklerinin üretiminde de aynı özgürlüğü savunan ve sınırları reddeden grubun kurucusu, kendi deyimiyle Kadebostany Cumhuriyeti’nin başkanı Guillaume De Kadebostany ile keyifli bir röportaj gerçekleştirdik.
En aktif müzisyenlerden birisiniz. Yoğun konser takviminizin ardından pandemi nedeniyle eve kapanmak zorunda kalınca neler hissettiniz?
Bu durumu “Pandemi küreseldir, herkes etkilenir.” felsefesiyle ele almaya çalıştım. Ancak dürüst olmam gerekirse, 10 yıldır devam ettiğim uluslararası turların ardından bu molayı vermek güzeldi.
Bu dönemi nasıl geçirdiniz, yaratıcı kalmayı nasıl başardınız?
Bu zamanı yeni şarkılar yazmak ve KADEBOSTANY TV kanalım için yeni bölümler oluşturarak geçirdim. Film yazmak gibi yeni hobileri de denediğim oldu.
Uzun zamandır Türkiye’de konserler veriyorsunuz. Aynı zamanda Barış Demirel gibi Türk müzisyenlerle de çalışmalarınızı dinleme fırsatımız da oldu. Bu ülke ve müziği hakkında neler söylemek istersiniz?
Türkiye’ye oldukça fazla seyahat ettim ve bu ülkeyle özel bir ilişkim olduğu doğru. Bu ülkede kendimi iyi hissediyorum, kültürel çeşitliliğini ve özellikle de Türk müziğini seviyorum. Pek çok geleneği ve moderniteyi karıştırmanız hoşuma gidiyor. Bu kavramı çok önemli buluyorum ve aynısını müziğimde de uygulamaya çalışıyorum.
Castle In The Snow, Save Me, Baby I’m OK, Crazy In Love… Neredeyse tüm çalışmalarınızla büyük bir ilgi toplamayı başardınız. Kadebostany’nin bu başarıları yakalamasındaki en büyük etken ne oldu?
Birkaç elementin kombinasyonu diyelim… Azim, en iyi olduğuna inanmadan en iyi olmayı istemek, çok çalışmak ve biraz da şans.
Canlı performanslarınızda hazırladığınız özel kostümlerinizin yanı sıra video mapping, led neon ışıklar ve çeşitli efektlere de yer vererek görsel bir şov oluşturuyorsunuz. Sizi dinleyenlerde ne gibi hisler uyandırmak istiyorsunuz?
Benim için müzik kendimi ifade etmenin en iyi yolu. Kendimi bırakıp yeni dünyalar yaratmayı ve izleyicileri kendi dünyama götürerek günlük hayatlarından kaçmalarına yardım etmeye, onları hayatı farklı bir şekilde görmeye itme fikrini seviyorum.
Geçtiğimiz aylarda Valeria Stoica ile birlikte “Take Me To The Moon” isimli yeni bir single’ı dinleyicilerinizle buluşturdunuz. Bu projenin detaylarından bahsetmek ister misiniz ve bu şarkıdan sonraki müzikal geleceğiniz ve planlarınız ne yönde ilerleyecek?
Valeria Stoica ile bir müzik partneri aracılığıyla tanıştım ve bana onun müziklerini dinlememi tavsiye etti. Valeria’nın sesine ve dünyasına âşık oldum ve onu İsviçre’deki kayıt stüdyoma davet ettim. Kısa bir çalışmanın ardından TAKE ME MOON şarkısını yazdık. İsviçre’deki ilk karantinadan 3 gün önceydi. Şarkının fikri daha iyi bir dünya için dünyayı terk eden birinin hikayesini anlatmaktı ve bunu başardığımızı düşünüyorum.
Kendi müzik hayatımda ise, her zaman dramatik tarafını barındıran daha yüksek tempolu ve daha pozitif şarkılara doğru ilerlediğimi hissediyorum. Ben buna “Gülümsemeyle ağlamak” hissi diyorum. Amacım, kitlesel bir çekiciliğe sahip sofistike bir müzik yaratmak. Şarkılarımın zamansız bir görünüme sahip olmasına rağmen modern bir dokunuşa sahip olması hoşuma gidiyor. Zamansız melankolik ama bir umut dokunuşu olan ve dinlediğinizde dans edebileceğiniz şarkılar.
Peki Kadebostany bu aralar ne dinliyor, ilham aldığınız müzisyenler kimler?
Müzik dinlemek benim için bir takıntı. Bu sıralar dinlediğim şarkılardan; Coco Rosie-Noah’s Ark, Serge Gainsbourg-Histoire de mélodie Nelson, Badbadnotgood-IV albümlerini söyleyebilirim.
Ayrıca, Spotify üzerinden Kasebostany şarkılarının da bulunduğu bu listeyi dinleyebilirsiniz.