Bugün 29 Ağustos 2021, geriye dönüp baktığımda yaşadıklarımı, Tokyo’daki hatıralarımı gözden geçirdiğimde hala heyecanlanıyorum. Heyecanımın ilk sebebi tabii ki olimpiyat ortamı ama tarihin belki de en ilginç olimpiyatında bulunmak da bir o kadar heyecan vericiydi! O anı yaşarken pek fark etmesem de…
TRT SPOR’a ilk yazımı yazdığımda Tokyo’ya ayak basışımızın 2. günüydü. Tamamen karamsardım. Yetkililer müsabakaları ilk 14 gün yerinde izleyemeyeceğimizi söyledi… Havalimanında karşılaştığım korku filmi setinden hallice manzaralar ve Japonya’da insanların bize tedirginlikle bakması, beni de tedirgin etti. Virüsten insan doğası gereği eskisi kadar korkmuyordum ama çok kötü şeyler de düşünmedim değil.
Sonra daha kapsamlı düşündüm: Bu bir ilk! Bu olimpiyat bir ilk! Bundan 40 sene sonra torunuma… dediğimiz klişeler var ya, heh, benim çok büyük bir avantajım olacaktı! Sonrası da geldi.
Tüm bu sebepler yüzünden başlığım İLK.
Aşağıda da benim ve tabii olimpiyatlardan şaşmamak için, sporcuların yaşadığı ilkleri anlatacağım.
Alperen Delibaş
METE VE GÖZYAŞLARI
Olimpiyatlarda müsabakaları izleyeceğimizi öğrendiğim ilk anda takvime baktım. Ve Mete Gazoz’u aradı gözlerim. İlk gittiğim alan da okçuluk alanı oldu. Olimpiyat ortamını seyircisiz görmek üzdü ama Mete’nin başarıya aç gözlerini gördüğüm için de çok sevindim. Karışık çiftler maçlarında o umudu aldım ve Mete altın madalyayı aldığı ana kadar, yaklaşık 35 derece sıcakta, hiçbir şekilde gölge olmayan Yuneoshima bölgesinde mücadeleleri takip ettim.
Aralarda birçok madalya alan sporcu gördük… Altın madalyalar benim izlediğim müsabakalarda ya Çin Halk Cumhuriyeti sporcularına gitti ya da ABD sporcularına. İnsan orada milliyetçi bir tavırla, “Biz neden madalya alamıyoruz?” diye düşünüyor. Ben de Mete’nin olduğu güne kadar aynı şeyleri yaşadım ve Mete kazanmaya başlayınca tüm Türkiye kafilesinde bir duygusallık oluştu. Mete’nin de karakteri, oluşturduğu örnek sporcu algısı buna yol açtı.
Instagram canlı yayınları yaptım, oradan oraya koşturdum, röportajlar yakaladım ve röportaj yaptığım herkes -istisnasız- ağlıyordu. Herkes, “Sonunda biz de kazandık!” diye düşünüyordu. Hani ilk dedim ya, bu ilki yaşamak ve Türkiye’de yaşayan az kişiden biri olmak, beni de ağlattı.
Mete’nin dünya bir numarası Brady Ellison ile oynadığı çeyrek finale yetişmeye çalışan, takside taksiciye Tokyo sokaklarında yol tarif eden ve koşan Alperen’i asla unutmayacağım.
Ve tespit: Biz, “Evet ya, bizim de istediğimiz bir sporcu kazanabiliyor! İyiler de yapabiliyor” duygusuyla bu kadar sevindik.
Aşağıdaki fotoğrafta da yarı finalde, beni Mete’den görüntü almaya çalışırken, yanımdaki Yasemin’i de takım arkadaşını alkışlarken görebilirsiniz.
OLİMPİYAT STADI VE İLKLER
Günler geçti, atletizm vakti geldi. Atletizm, benim çok küçük yaşlarımdan bu yana takıntılı derecede takip ettiğim, izlemekten keyif aldığım, insanların neden izlediğimi anlamadığı bir spor olayı benim için. Olimpiyat Stadı’na ilk girdiğimde, neye uğradığımı şaşırdım. Büyülendim ve madalya aldığımız zamanlar dışında stattan hiç çıkmadım. Bu kadar takip etmeme rağmen, ilk atletizm izleyişimdi.
Nelere şahit oldum?
Türkiye’nin hiç beklenmeyen başarılarına: Her gün takvime bakıp stada ilerlediğimde, Türkiye’nin atletizmde hep sönük kaldığını biliyor, bu kez final bile göremeyeceğimizi düşünüyordum.
Necati Er: Çok şaşırttı. 3 adım atlamada Türkiye’yi şampiyonalarda hiç göremiyorduk. Necati Er ise nereye geldiğinin farkında olarak mücadele etti. Bize, Mete’de yaşadığımız, ”Biz de buralarda olacak mıydık?” duygusunu yaşattı. Çok iyi atlayışlar yaptı, final aşamasına kadar kaldı. Olimpiyat boyunca gördüğümüz, mental problemler finalde de baş gösterdi ve Necati Er madalya alabilecekken, 6. sırada kaldı. Kuşkusuz tarihi bir başarıydı. Sonrasında konuştuğumuzda, mutlu olmadığını, Paris için çalışmaya şimdiden başlayacağını belirtti.
Eda Tuğsuz: Yine planlama yaparken, aynı anda birçok sporcumuz olduğu için Eda Tuğsuz’a kimse gitmeyi tercih etmemişti. Ben, Eda Tuğsuz’dan sürpriz bekliyordum ve oldu. Cirit atmada bizi ilk kez finale yükseltti, yetmedi, madalyayı kıl payı kaçırdı. Eda Tuğsuz’u izlemek için koçlar tribününe kaçak girişim unutamadığım olaylardan bir tanesiydi!
Yasmani Copello: Olimpiyatlar geride kalırken, benim çektiğim en değerli görüntülerden biri kesinlikle Yasmani’nin gözyaşları oldu… Yasmani ile organizasyondan organizasyona da olsa belli bir tanışıklığımız var. Elemelerde konuştuğumuzda sürpriz madalya alabilirim cevabını veriyordu. Tarihin en hızlı yarışında yarıştı. İnanılmaz bir dünya rekoru geldi. Orada 6. oldu ve 34 yaşında… Çok fazla emek veren Yasmani, yarışma sonrasında yanımıza geldiğinde, bizi görünce çok duygulandı. Ve duygusal bir konuşma yaptı; ”Çok teşekkürler Türkiye” adlı. Unutulmazdı.
Ersu Şaşma: Ersu, sırıkla atlamada Duplantis ile yarıştı! Çok umut vaat ediyor ve Tokyo’da da bize ilkleri yaşatan sporculardandı. Duplantis ile çektiğim selfie ise, İstanbul buluşmamızın ardından en çok sevindiğim anlardan biriydi.
Karsten Warholm: Warholm de yine rekor beklediğimiz isimlerdendi ama bize yaşattığı 400m engelli yarışı, gerçekten asla kimsenin unutamayacağı anlardan biriydi. İnanılmaz! Rekoru neredeyse 1 saniye kadar geliştirdi, ikonik sevincini hemen önümüzde yaptı. Warholm, dünya yıldızlarının arasına aramızda girdi.
MUTAZ BARSHİM – GİANMARCO TAMBERİ – CAN KORKMAZOĞLU
Olimpiyatların belki de en unutulmaz anı… Benim de şahit olduğum, asla hafızalardan silinmeyecek, nesilden nesile jeneriklerde yer alacak o an. Mutaz Barshim ile Gianmarco Tamberi altın madalyayı paylaştı!
Olimpiyat Stadı’na ilk girdiğim an, çok ilkel haliyle kalan atletizmin büyüsüne kapıldığımı söyledim. En sevmediğim şey ise yarışların aynı anda devam etmesiydi ama onun da keyfi oradaydı. Biz 100 metre yarışını beklerken sahanın diğer tarafında tarihi bir olay yaşadık. Son atlayışları takip ettim ancak tribünde olduğumuz için konuşmaları duymadık. Hakem Can Korkmazoğlu, tarihi bir karar verdi ve hem Tamberi hem de Barshim altın madalya aldı. İkisi de iyi arkadaştı, ikisi de sakatlandı ve sakatlıktan döndü; ikisi de olimpiyat efsanesi olmak istiyordu ve ikisi de oldu! Yanlarına Can Korkmazoğlu’nu da dahil ederek tabii.
Barshim ile Tokyo sonrası İstanbul’da röportaj da yaptım. Yakında yayınlanacak. Ve her detayı anlatacak.
CİMNASTİKTEKİ İLKLER VE MENTALİTE
Aslında başlıkta yazan mentalite konusu ile ilgili sayfalarca yazı yazılır ama girişi cimnastik ile yapmak istedim. Benim düşündüğüm, bence herkesin de içten içe düşündüğü ama dışa vurmadığı bir konu…
Ferhat Arıcan, daha önce hiç yarışmadığımız olimpiyat finalinde yarıştı. Burası ilk ve büyük bir başarı. Ben ise yerinde takip etmenin getirdiği bir konuyu açacağım. Tüm cimnastikçilerimiz altın madalya alabilirdi. Ferhat da alabilirdi. İzlerken, ben o ortama hazır olmadıklarını, o ortamda mental olarak hiçbir rahatlık sağlayamadıklarını gördüm. İbrahim Çolak beşinciliği kabullenerek, belki de başka şartlardan, kolay bir seri sundu. Adem Asil, ikinci atlayışında o kadar kötü bir atlayış yapmasaydı, ilk atlayışında altına kadar uzanabilirdi. Nazlı Savranbaşı, yarı finalde bir kez dengesini kaybedince diğer tüm elemelerde düştü. Sanki sporcularda bir mental eksiklik vardı ve bence çok daha başarılı olabileceğimiz cimnastikte bunu daha çok hissettik; ben de o yüzden yazdım.
Ferhat ve Mete ise kariyer yönetim ajansından dolayı olabilir, bu baskıdan en kolay sıyrılan iki sporcuydu.
Yoksa çok mutlu olduk, takip ettik, gururlandık. Ana branşlardan biri olan cimnastikte, binlerce gazetecinin önünde bu kadar Türk sporcunun aynı anda yarışması gurur vericiydi.
FUJİ DAĞI ARKAMDA, OKYANUSTAYIM!
Tokyo’da hem olimpiyat hem de gezinin birleştiği yegane yarış yelken yarışlarıydı. Bizim kaldığımız yerden yaklaşık 3 saat uzaktı. Sahil kasabasına gittik, içerik aramaya başladım. Ama bulamadım! Çünkü yelken takip etmek çok zor. Okyanusa açılıyorlar, sen sahilde beklemek zorundasın.
Birkaç bot gördüm müsabakalara doğru açılan, basın sorumlusuna sordum ve o da o botların yelken gazetecilerine ait olduğunu söyledi. Şansımı denedim, binmek istiyorum dedim, kabul edilmedi. Yaklaşık 1 saat alanda bekledim çünkü sosyal medya için başka bir çekim yolum yoktu. Bir kez daha sordum; uzaktan geldiğimizi, sporcumuz Alican Kaynar’ın lider olduğunu belirttim. O da beni, yayıncı botlarından birine bindirdi. Küçük, dalgalara karşı savrulan botta elimde makine, üstelik yüzme bile bilmiyorum! Türkiye’de bunu yapan tek, dünyada da toplam 10 gazeteci vardı. Orada, okyanusun ortasında sporcularımızdan selam almayı başardım.
Yelken takip ettim, yarışların sonuçlarına baktım ve biraz da yelken gazetecisi gibi davrandım.
TOKYO BİTİŞİ, HİROSHİMA GEZİSİ
Tokyo Olimpiyatları bittiğinde, gezeceğimiz 3 günümüz vardı. Tokyo müthiş bir şehir ama alışveriş, ışıklı caddeler, sokakları tek tek gezmek gerekiyor. Böyle olunca ben de rotayı Hiroshima’ya çevirdim ve meşhur hızlı trenlerle 4 saatlik yolculukla Hiroshima’ya geldim.
Hiroshima, beklediğimden çok daha gelişmiş, tüm izleri silmiş, asla atom bombası günlerinin hatırlanmak istemediği bir yerdi. Bunu beklemiyordum.
MADDE MADDE – EKSTRALAR
ABD-Fransa: Basketbol olimpiyatlarda hiç önceliğim olmadı, ama ABD maçına gitmeden olmazdı. ABD-Fransa açılış mücadelesini saha içinden izledim. Toyota’nın yaptığı basketbol oynayan robot projesi ağzımızı açık bıraktı. Maç sonunda Damian Lillard ile konuşma fırsatı yakaladım.
Alaa Maso: Mülteci krizinin ülkenin en büyük gündemi olduğu günlerde, olimpiyat mülteci takımından Alaa Maso ile röportaj yaptım. Maso, 6 sene önce kardeşinden ayrılmış ve 6 sene sonra Tokyo’da buluşmuşlar. BBC’yi reddedip benimle konuşmayı kabul etmesi de ayrı bir gururdu.
Buse Naz Çakıroğlu & Busenaz Sürmeneli: Buse Naz Çakıroğlu ve Busenaz Sürmeneli’nin final maçlarını da yerinden izledim. Tekrar olmaması için aynı başlık altına toplamak istemedim ama ikisi de mental güçleriyle hayran bıraktı.
Nippon Budokan: Nippon Budokan, Tokyo 1964 Olimpiyat Oyunları için inşa edilmiş bir alan ve gittiğim, müsabakaları izlemekten büyük keyif aldığım bir yerdi. Zamanında The Beatles ilk Japonya konserini burada vermiş. Judo ile tekvando madalyalarımızı burada izledik.
Karate: Karateye büyük önyargılarla gittim ama beni en çok yanıltan spor oldu. İzlemesi çok keyifli! Ben Paris 2024 takvimine de dahil edileceğini düşünüyorum. Aldığımız madalyalarda da yine sporcuların yanındaydım.
Protestolar: Tokyo’ya gitmeden önce, gittikten sonra, hala bile, Japonların hükümeti protesto ettiği söyleniyordu. Ama hiç görmemiştik. Kapanış Töreni’nde ise büyük bir kalabalık stadın etrafına toplanmıştı. Rahat 10 bin kişi vardı ve bizi protesto ediyorlardı. Oradan da canlı yayın yapmayı ihmal etmedik.
Sushi: Hayatımdaki ilk sushi deneyimim Tokyo’da oldu ve gerçekten inanılmazdı!