Hiç düşündünüz mü, gün içinde ürettiğimiz onlarca atık nereye gidiyor? İstanbul’da bir günde çıkan 18 bin ton evsel katı atığın yalnızca %17’si geri kazanılırken, %83’ü depolanıyor, yani belirlenmiş alanlarda çürümeye bırakılıyor. Ancak bu yöntem atıkların açığa çıkardığı toksinler, sızıntı suları ve sera gazları sebebiyle sürdürülebilir bir çözüm değil.
Gıda, kâğıt, tahta gibi organik atıklar çürürken metan gazı, karbondioksit ve sızıntı suyu denilen kötü kokulu sıvılar oluştururken yavaş bir hızda parçalanan cam, metal ve plastik gibi inorganik çöpler cıva, kurşun, çeşitli asitler, PVC gibi zehirli maddeleri toprağa ve yer altı sularına yayıyor.
Bu nedenle İstanbul’da günlük 15 bin ton geri dönüştürülmeyen atığın yarattığı çevre kirliliğinin çözülmesine dair adımlar atılması şart. Bu yönde oldukça büyük bir adım geçtiğimiz cuma İstanbul Büyükşehir Belediyesi tarafından atıldı. Türkiye’nin ilk ve Avrupa’nın en büyük atık yakma tesisinin açılışı gerçekleştirildi. 2017’de inşaatına başlanan Kemerburgaz Atık Yakma Tesisi’nde İstanbul’da oluşan evsel atıkların %15’i (günde 3.000 ton) bertaraf edilecek ve 85 MW elektrik üretilecek. İBB Başkanı Ekrem İmamoğlu, açılış töreninde tesisin karbon emisyonu değerlerinin Avrupa Birliği limitlerinin altında olacağını, üretilen enerji ile yaklaşık bir milyon 400 bin İstanbullunun elektrik ihtiyacının karşılanacağını ve fosil yakıt kullanımının azalması sayesinde ortalama 700 bin aracın bir yıllık emisyonuna denk gelen bir milyon 380 bin ton sera gazı salınımının önüne geçileceğini belirtti. Kulağa güzel geliyor değil mi? Maalesef bu, tüm gerçeği yansıtmıyor.
Atık yakma tesislerinde, diğer termal tesislerde olduğu gibi, çöplerin açığa çıkardığı ısı enerjisi su buharı üretir ve bir türbini döndürerek elektrik elde edilir. Bu sırada yan ürün olarak karbondioksit, kül, sağlığa zararlı azot ve kükürtlü gazlar açığa çıkar. Yani aslında atıklar tamamen yok olmaz ve bir kısmı çevreyi kirletici özellikteki başka maddelere dönüşür. Yanma sonucunda oluşan bu zararlı yan ürünler doğru şekilde elleçlenmez ise çevreye yarardan çok zararı dokunabilir. Zira oluşan karbondioksit ve diğer sera gazları doğrudan atmosfere salınacak olursa bu emisyonların miktarı uzun vadede ciddi boyutlara ulaşabilir. Kemerburgaz Atık Yakma Tesisi’nin Çevre Etki Değerlendirmesi raporunda ise atık yakımı sonucunda oluşacak gazların (NOx, SOx vb.), ağır metaller ve kül gibi diğer hava kirleticilerinin akıbetine dair bir bilgi bulunmuyor. Bu yüzen tesisin çevre için dost mu düşman mı olduğunu operasyon başladıktan bir süre sonra göreceğiz.
Atıktan enerji üreten tesisleri çok ilginç kılan bir özellik ise evsel atıkların bileşenlerinin yaklaşık %50’sinin organik kökenli olması. Karbon emisyonu hesaplanırken organik kökenli gazlar hesaba dahil edilmiyor çünkü bu karbon hâlihazırda bitkilerin atmosferden yakaladığı moleküllerdir. Örneğin bir muz çürüdüğünde ya da yakıldığında, muzun ilk oluşumu sırasında bitkinin fotosentezde kullandığı karbon havaya geri döndüğü için aslında atmosfere ekstra bir gaz eklenmiş olmuyor. Bu sebeple de hesaba dahil edilmediği gibi organik atıklardan elde edilen enerji de yenilenebilir enerji sınıfına dahil ediliyor. Bunun sonucunda ise eğer bir atık yakma tesisindeki çöplerin oranı yüksek miktarda organik atıklardan oluşuyorsa bu tesisin karbon emisyonu oldukça düşük görünebilir. İnorganik atıklardan gelen karbon ise genelde regülasyonlar dahilinde atmosfere salınır.
Yani aslında bir atık yakma tesisinin tam anlamıyla karbon nötr ve hatta negatif olabilmesi için bir karbondioksit yakalama sistemi entegre edilmesi gerekmektedir. Karbondioksit yakalama sistemleri çeşitli tesislerin bacalarından çıkan karbondioksit moleküllerini kimyasal olarak yakalar, saflaştırır ve sıvılaştırır. Sıvı karbondioksidin daha sonra borular veya gemilerle taşınarak yerin derinliklerindeki kayaç tabakalarına gömülmesi gerekir. Bunun maliyeti oldukça yüksek olduğu için de zorunda olmadıkça hiçbir tesis bu teknolojiyi kullanmaz. Fakat, son yıllarda iklim hedefleri doğrultusunda Avrupa, Amerika ve hatta Japonya’da bile bu tür projelerin geliştirildiğini görüyoruz. İlk atık yakma tesisini 1967’de kuran Norveç, karbon yakalama teknolojilerinin entegrasyonu konusunda öncü olan ülkelerden. Diğer ülkeler atık yönetimi konusunda ilerlerken Türkiye’nin henüz ilk çöp yakma tesisini kuruyor olması da izlenen politikalar açısından biraz düşündürücü.
Buraya kadar anlattıklarımız dikkate alındığında, aslında atık yakmanın çöplerimize yapmamız gereken en son şeylerden biri olduğu aşikâr. Atık hiyerarşisine göre “en güzel atık olmayan atık”tır. Yani sorunu kaynağından çözmek ve atık oluşturmamak… Bunu atıkları yeniden kullanma ve ileri dönüştürme takip ediyor. İleri dönüşüm, eskimiş ve artık kullanılmayan bir eşyanın, esas amacından farklı bir işlev kazandırılarak tekrar kullanılmasına verilen isimdir. Atık hiyerarşisinin diğer adımları ise geri dönüşüm ve atıktan enerji üretimidir. Çevre için en kötü atık yönetim yolu ise başta belirttiğimiz gibi, depolama. Maalesef ki Türkiye’de yaygın olan yöntem bu.
Sonuçta, özellikle atık ithalatında bulunan, geri dönüşüm oranı oldukça düşük bir ülke olarak çöplerden enerji üretmek ve bir fayda sağlamaya çalışmak güzel bir adım fakat diğer risklere de dikkat etmek gerekiyor. Çöplükleri boşaltırken havamızı kirletmemeye özen göstermemiz ve hatta mümkün olduğunca çöp hiyerarşisinin üstlerine doğru çıkmak için çabaları artırmamız gerekiyor.