Sürü bağışıklığı, (İngilizce: herd immunity) 2020’nin ilk aylarında Birleşik Krallık hükûmetinin demeçleri sayesinde oldukça sık duyduğumuz fakat artık pek de gündemde yer kaplamayan bir kavram. Covid-19 salgınının ekonomik ve sosyal etkilerinin çok büyük olacağını ve o zamanki verilere göre yaş/cinsiyet gibi etkenlere bağlı vefat oranlarının tam kapanma gibi önlemleri gerektirmediğine dair son derece tartışmalı çalışmaları referans almasıyla gündeme gelen Boris Johnson hükûmeti, bu anlayıştan hızlıca geri dönmelerine rağmen 2020’nin tamamında ve 2021’in Ocak ayında çok ciddi bir tablo ile karşı karşıya kaldı. Birleşik Krallık, an itibariyle dünyada Covid-19’a karşı en çok kayıp veren ülkelerden biri – aynı zamanda nüfusuna oranla en çok kayıp veren ülkeler arasında da listede kendisine yukarıda bir yer buluyor. Aynı zamanda Birleşik Krallık, 2020’de neredeyse %10 ekonomik daralma yaşayarak, 1709 yılından beri yaşadığı en büyük ekonomik daralmayı da tecrübe etti.
Fakat, Birleşik Krallık’ın geçtiğimiz kıştan itibaren kat ettiği mesafeden bugün bir başarı hikayesi olarak bahsediliyor. 30 Nisan 2021 itibarıyla Birleşik Krallık’taki her iki kişiden biri ilk doz aşısını oldu ve dört kişiden biri ise ikinci aşısını da olarak pandemi riskini atlatmış durumda. Bu oranlar ile ada ülkesi, dünyada vatandaşlarını en yüksek oranda aşılayan ülkeler arasında geliyor. Bu sıralamaya göre Birleşik Krallık’ın hemen ardından gelen ABD ve Macaristan gibi ülkeler; İsrail, Birleşik Arap Emirlikleri ve Şili gibi ülkelerin gerisinde.
Bu yüksek aşılanma oranlarının Birleşik Krallık’ta halihazırda var olan insan kaynağı ve AR-GE bütçesi ile doğrudan alakalı olduğunu kabul etmemek olanaksız olur. Fakat, aşılama sürecini başarı ile yürüten Birleşik Krallık’ın kendi ekonomik ligindeki diğer ülkeler ile arasında bir takım farklar bulunuyor. Peki aşı üretimi, tedariki ve onaylanmasına dair süreç nasıl işledi ve Birleşik Krallık neden bu alanda öne çıkmayı başardı?
Brexit’in hayaleti: bürokrasi
Birleşik Krallık’ın AB’ye nazaran daha hızlı ve efektif aşılama kampanyası yürütebilmesinin ardında Brüksel’in taviz vermez bürokratik manevraları olduğu iddia ediliyor. Londra, adada ürettiği AstraZeneca ve Avrupa’da üretilen Pfizer gibi bazı aşıların ülkede kullanılmasını Avrupa İlaç Ajansı’ndan 1 ila 1,5 ay önce onaylayarak bu aşıların üreticileriyle daha erken toplu alım sözleşmesi yapma şansına erişti. Örneğin Pfizer, AB’den onayını Birleşik Krallık’ın aşıyı onaylamasından neredeyse 20 gün sonra alabildi ve bu arada üretilen ilk 1 milyon aşı Birleşik Krallık’a satıldı. Aynı zamanda geçtiğimiz senelerde AB’den resmen ayrılan Birleşik Krallık’ın aşılama sürecini başka ülkelerin oranlarına göre yürütmesi de gerekmiyor.
Birleşik Krallık’ın Medikal ve İlaç Ürünleri Denetleme Ajansı’nın ise Covid-19 ile mücadeleyi amaçlayan aşıların ülkede kullanımına hızlıca başlayabilmesi için özel bir düzenlemeye başvurduğu biliniyor. Bunun asıl sebebi, Birleşik Krallık’ın aşıların lisanslanmasını beklemeden kullanıma sürmeye izin vermesi. Bu insiyatifin en önemli hukuki sonucu ise lisans süreci sırasında doğabilecek zararlardan şirketlerin değil, İngiliz devletinin sorumluluğunun doğacak olması. Bu hukuki altyapı Avrupa ülkelerinde de olmasına rağmen Brüksel’in bu riski almadığı, bu sebeple de lisans sürelerinin uzadığı belirtiliyor.
Aşı diplomasisi?
Birleşik Krallık’ın aşı başarısının altında yatan bir başka sebep ise dünyanın lider aşı üreticileri ile yaptığı ticari anlaşmalar, ve kendi ülkesindeki üreticilerle yaptığı münhasırlık sözleşmeleri. Bu sözleşmeler kapsamında Birleşik Krallık, kendi ülkesinde üretilen herhangi bir aşının ihraç edilmemesini sağlıyor. Zira Londra hükümeti, ülkede üretilen tüm aşıların üretildiği an satın alınmasını amaçlayan sözleşmelere bağlı. Fakat ülkede üretilen bu aşılar, Birleşik Krallık’ta uygulanan tüm aşıların sadece %20’si. Londra, aynı zamanda Pfizer gibi Avrupalı üreticilerle de doz başına yüksek ücretler içeren sözleşmeler imzaladı. Bu sözleşmelere göre, Birleşik Krallık’ta aylık satılması gereken kota doldurulmadığı takdirde bu ise söz konusu şirketler çok yüklü ceza şartlarına maruz kalıyor. Yani, Birleşik Krallık ile aşı antlaşması çok kârlı olurken, Birleşik Krallık’a aşı konusunda verilen sözleri tutmamak, başka ülkelere kıyasla çok daha pahalıya patlıyor. Bu durum öyle bir noktaya geldi ki, AB sınırları içerisinde üretilen ve sözleşme gereği Birleşik Krallık’a ihraç edilecek AstraZeneca aşılarının ihraç sürecinin yasaklanması bile gündeme geldi fakat bu önlem uygulamaya konmadı.
Son günlerde gündeme gelen AstraZeneca ve AB arasındaki gerginlik de tam olarak bu konu yüzünden ortaya çıkıyor. AstraZeneca’nın AB ile imzaladığı sözleşmelerdeki kotalara uymadığını iddia eden AB, ilaç şirketini dava etme hazırlığında. Yaşanan olumlu gelişmelerin neticesinde ise Boris Johnson hükûmeti ve liderliğini üstlendiği Muhafazakar Parti, 2020’de yaşadığı siyasi hezimeti tersine çevirmiş gibi duruyor. Anketlerde kendisinin onay oranı ve partisinin seçmen oranı yükselme trendini sürdürüyor. Aşılama süreci ise bütün siyasi kimliklerden yüksek takdir topluyor. Aşılama sürecinin başarısının heyecanı eninde sonunda geçtiğinde ise bu oranların korunup korunmayacağı ise merak konusu.