Markaları saran ev giyim koleksiyonları, bizlere ev-dışarısı ayrımının hiç kalmadığını gösteriyor olabilir mi?
New Yorker’da 21 Aralık’ta yayımlanan bir yazıda yazar Rachel Syme, “Giyinmeden Geçen Bir Yıl”dan söz ediyordu. 2020, işe gitmek zorunda kalmayan şanslı azınlık için gerçekten de düzenli giyinmenin unutulduğu bir yıl oldu. Rachel Syme, yazısında sadece Zoom toplantısı için giyindiğini söylüyordu, bizlerde de durum pek farklı olmadı; kimileri zorunlu ev-ofis sarmalını her gün giyinerek atlatmaya çalışsa da, günün sonunda bunun işlevsel olmadığını anlaşılıp kısa zamanda yine pijamalara dönüldü. Ev, bir ev olmanın ötesinde ofis, spor salonu, okul gibi ek görevler üstlenmeyi sürdürürken hayatlarımız da evlere göre şekillendi.
Haliyle tüketim azaldı diye düşünüyoruz, ancak Trendyol kampanyaları tam tersini söylüyor. Karantinadan hemen sonra Diptyque ev mumu satışlarının %536 arttığı verisi de öyle. Bunun moda dünyasına yansıması da pek farklı olmadı; markaların birkaç yıldır ev ürünlerine yönelen ilgileri, bu yıl tamamıyla “ev giyim”e yöneldi. Moda dünyasında pandemi sonrası birkaç trendin öne çıkacağı düşünülüyor: Nostaljinin dönüşü, minimalizm, lüks markaların maske gibi hijyenik ürünler tasarlamaya devam edecek olması, politik söylemlerin artması; ancak iddiayla söyleyebiliriz ki, hiçbiri ev giyim kadar belirleyici olmadı, öyle görünüyor ki olmayacak da.
Dior gibi üst segment moda markalarından (Ki Chez Moi, aynı zamanda Dior’un ilk ev giyim koleksiyonu) H&M gibi seri üretim yapan zincir mağaza sahibi markalara uzanan ev giyim koleksiyonlarının bize söylediği birkaç şey var: Bunlardan birincisi, artık pijama denen giysi türünün triko, bol kesim, dışarıda giyilse hiç tuhaf kaçmayacak kapüşonlu sweatshirt ve alt takımı gibi renk ve tasarımlarla ev ve dışarısı ayrımının iyice ortadan kalktığı. Yoğun Zoom toplantılarının olduğu bu dönemde başka türlüsü de düşünülemezdi. Yine eşofman takımlarının, pantolonların, rahat kesimlerin yükselişiyle dışarıda da âdeta evdeymişiz gibi rahat bir giyim stilinin yaygınlaştığı. Üçüncü ve en önemli madde ise, moda markalarının biz dışarıya çıkmayınca bize satın almamız için bir alan (bu durumda “ev giyim”) yaratmak zorunda kaldığı. Henüz satış rakamlarını, bu yükselişin grafiğini bilmiyoruz; ancak yeni koleksiyonların sergilendiği e-ticaret siteleri veriyi yaygınlığıyla önümüze koyuyor ve karantina tamamen bitip de normal hayatlarımıza dönünce (şimdilik bir ütopya gibi…) bu rahat giyimin bizi bırakmayacağı da aşikâr görünüyor. Alışveriş sepetinize, giderek artan sayıda sweatshirt’ünüze, sayıca azalan kozmetik ürünlerine ve sık giydiklerinize bir göz atın: Acaba gerçekten bir minimalizm dönemine mi giriyoruz, yoksa sonradan acısı mı çıkacak; en önemlisi, gelecekte (kapanan ofisler ve tamamen ev ofis düzenine geçen şirketler de düşünüldüğünde) evlerimiz gerçekten sadece ev, pijamalarımız gerçekten pijama olabilecek mi?
[1] Söz konusu New Yorker yazısının başlığından alıntılandı.