16 Aralık’tan herkese merhaba! Merkez Bankası, politika faizini bugün 100 baz puan daha indirerek %14’e düşürdü. Asgari ücret 2022 yılı için net 4 bin 253 TL olurken asgari ücretten alınan gelir vergisi ve damga vergisi de kaldırıldı. Dolar/TL ise bugün 15,65 seviyelerinde işlem gördü.
Keyifli okumalar!
HUKUK ÜZERİNE
ABD Yüksek Mahkemesi ve Yeni “Mahkeme Paketleme” Girişimi
Seçil Bilgiç
Bir mahkemedeki hakimlerin çoğunluğu sizinle karşıt görüşte ise ve sizin çıkardığınız kanunların geçerliliğine dair karar verecekse ne yaparsınız? Mahkemeye sizinle aynı görüşte birkaç yargıç atamak kulağa hoş gelebilir. İşte ABD Başkan’ı Joe Biden da tam olarak bunu denemek istiyor.
ABD Yüksek mahkemesi şu anda dokuz üyeden oluşuyor. Geçtiğimiz günlerde Biden’ın ekibi Mahkeme’nin yargıç sayısını 13’e çıkarmayı hedefleyen iki partinin de üyelerini içeren bir komisyon kurulmasını teklif etti. Demokratlar’ın Kongre’deki lideri Nancy Pelosi’ye göre mahkemenin üye sayısını arttırma planını Kongre’nin gündemine getirmek şu an için söz konusu bile değil. Cumhuriyetçi vekiller ise planı bir “mahkeme paketleme” stratejisi olduğunu ve anayasaya aykırı olduğunu belirterek şiddetle eleştiriyor.
Mahkeme’deki muhafazakar çoğunluk
Bağımsızlıklarını koruyabilmeleri için Yüksek Mahkeme’ye atanan yargıçlar ömür boyu görev almak üzere atanıyorlar. Bu sebeple genç bir yargıç atayan ABD Başkan’ı yüksek mahkemedeki çoğunluğu çok daha uzun bir süre elinde tutmuş oluyor. İşte Amerika’daki liberal demokratları düşündüren husus da bu. Zira görev süresi boyunca eski ABD Başkan’ı Donald Trump Yüksek Mahkeme’ye tam üç genç yargıç atadı. Selefi Barack Obama ise yalnızca iki yargıç atayabilmişti. İşte bu sebeple, Yüksek Mahkeme’nin güncel dokuz üyesinin altısı muhafazakar tandanslı ve bu yapının yakın zamanda değişmesi muhtemel değil.
Her ne kadar yargıçlar politik görüşlerine göre değil, uygulanmakta olan hukuka ve anayasaya göre karar veriyor olsalar da Yüksek Mahkeme’deki baskın siyasi görüşle beraber kararlar da değişebiliyor. Siyasi görüş ve kararlar arasında bir nedensellik bağı olmasa da korelasyon olduğu konusunda herkes hemfikir. Cinsel yönelime dayalı ayrımcılık, kürtaj ve devlet tarafından sağlanacak sosyal yardım konuları siyasi görüşe göre en çok etkilenen konular arasında. Mahkeme’nin görüşü kanun ve emirlerin iptalini getirebiliyor. Dolayısıyla ABD Başkanı için çoğunluk görüşünü etkileyebilmek çok önemli.
Mahkeme Paketleme Planı
Benzer görüşte yargıçlar atayabilmek için mahkeme üye sayısını artırmaya çalışmak Amerika’da “mahkeme paketleme” olarak ve başkan Roosevelt ile anılan bir girişim. 1929 krizini atlatmak için hazırladığı yardım ve ekonomik reform programı Yüksek Mahkeme tarafından iptal edilince Franklin D. Roosevelt de mahkemenin üye sayısını 15’e çıkarmak istiyor; hatta bazı hakimlerin de yaş haddinden emekli edilmesi gerektiğini savunuyordu.
Her ne kadar Roosevelt’in mahkeme paketleme planı Kongre tarafından onaylanmadığı için yürürlüğe giremese de, planın kendisinin Yüksek Mahkeme’deki üyeleri tedirgin ettiği ve Roosevelt’in istediği kararları almaya yönelttiği iddia ediliyor. Zira mahkeme paketleme planından önce benzer kanunları iptal eden Mahkeme, paketleme planından sonra (1 oy fark ile) fikrini değiştiriyor ve aynı veya benzer kanunları anayasaya uygun bulmaya başlıyor.
Paketlemek mi Paketi Açmak mı?
Birleşik Devletler anayasasının temel taşlarından biri güçler ayrılığı ilkesi ve iki meclis (Kongre ve Senato), başkanlık ve Yüksek Mahkeme’nin yetki aşımına karşı birbirlerini sürekli kontrol ediyor olması. 51 No’lu Federalist Yazılar (Federalist Papers) bu denge ve fren mekanizmasının önemini şu sözlerle açıklıyor:
Bu tür [denge ve fren] mekanizmalarının hükümetin suistimallerini kontrol etmek için gerekli olması insan doğasının bir yansımasıdır. (…) İnsanlar melek olsaydı, hiçbir hükümete gerek olmazdı. İnsanları melekler yönetseydi, hükümet üzerinde ne dış ne de iç denetim gerekli olurdu. İnsanlar tarafından yönetilecek bir hükümeti çerçevelendirirken, en büyük zorluk şudur: Önce hükümetin yönetilenleri kontrol etmesini sağlamalısınız; ve sonra onu kendisini kontrol etmeye mecbur etmelisiniz. İşte mahkeme paketleme planları bu denge ve fren mekanizmalarını ortadan kaldırmayı hedefliyor gibi göründüğünden genellikle vekillerden ve kamuoyundan destek almıyor.
Kongre’nin adli yargı komitesinin başkanı Jerry Nadler’e göre ise üye sayısını artırmak “bir mahkeme paketleme değil, paketin içindekileri açığa çıkarma.” Nadler Cumhuriyetçiler’in son yıllardaki atamalarıyla Mahkeme’nin bağımsızlığını kaybettiğini ve ancak yeni atamalar ile bağımsızlığına tekrar kavuşabileceğini belirtiyor. Komisyonun çalışmalarının kamuoyu ve Kongre tarafından nasıl karşılanacağı ise merak konusu.
Barınma Hakkı – Yeni Nesil İnsan Hakları Serisi #4
Tuğçe İncetan
Yeni Nesil İnsan Hakları serimize bu sefer aslında oldukça eski bir hak olmakla beraber günümüz dünyasında, Türkiye açısından ise özellikle son birkaç haftada gündeme gelen barınma hakkı ile devam edeceğiz. Yaklaşık iki yıl süren uzaktan eğitimin son bulup yüz yüze eğitime geçilmesiyle birlikte üniversiteli öğrenciler şehir değiştirmek durumunda kaldı. Öğrenciler, yurt kapasitelerinin yetersizliği, ev kiraları ve özel yurt ücretlerinin karşılanamayacak seviyede yüksek olması ya da kira ve ücretlerini karşılayabildikleri yerlerin sağlıklı, güvenli ve huzurlu bir şekilde yaşayamayacakları kadar kötü olması sonucu kalacak yer bulamadılar. Bunun üzerine barınma hakkından mahrum bırakıldığını savunan öğrencilerin #barınamıyoruz ve #yurtsuzlar etiketleriyle farklı şehirlerde protestolar yaptığından daha önceki yazılarımızda bahsetmiştik.
Barınma Hakkı
Barınma hakkı, bireylerin yalnızca bir konuta sahip olma hakkını değil, bireylerin güven, sağlık ve huzur içinde yaşayabilecekleri güvenli, erişilebilir ve yeterli yerlerde barınma hakkını ifade eder. Barınma hakkı ilk olarak 1948 tarihli İnsan Hakları Evrensel Bildirgesi’nde tanımlanmış ve daha sonra devletlerin anayasalarında ve diğer milletlerarası sözleşmelerde yer bulmuştur. Yukarıda belirttiğimiz gibi barınma hakkının temelini oluşturan şey yalnızca dört duvardan oluşan bir yaşam alanına sahip olmanın ötesindedir. Barınma hakkı; yaşam hakkı, sağlık hakkı, eğitim hakkı gibi haklardan ayrı düşünülemez, bu nedenle barınma hakkı tüm bireyler açısından eşit olarak sağlanması gereken en temel haklardan biridir.
Türkiye Cumhuriyeti Anayasası, barınma hakkına “konut hakkı” başlıklı 57. maddesinde atıf yapmaktadır. Bu maddeye göre “Devlet, şehirlerin özelliklerini ve çevre şartlarını gözeten bir planlama çerçevesinde, konut ihtiyacını karşılayacak tedbirleri alır, ayrıca toplu konut teşebbüslerini destekler.” Barınma hakkı kavramının diğer tüm haklarla bağlantılı olduğu ve bireylere yalnızca konut sağlanmasının çok ötesinde olduğu düşünüldüğünde Anayasa düzenlemesi oldukça yetersiz kalmaktadır.
Her ne kadar devlete konut ihtiyacını karşılayacak tedbirler alması yükümlülüğü yüklenmişse de, temel hak ve özgürlükler bağlamında bu yükümlülüğün bireyler için elverişli, ulaşılabilir, yeterli, güvenli ve sağlıklı konut sağlanması olarak geniş değerlendirilmesi gerekir.
Türkiye’de yaşanan barınma krizi bağlamında devletin yükümlülükleri neler?
Barınma hakkının tarihi çok geçmişe dayansa da ne yazık ki ekonomik sıkıntılar, gayrimenkul sektörünün finansallaşması, toplumsal eşitsizlikler gibi sebeplerin artması sonucu günümüz dünyasında özellikle de Türkiye’de barınma hakkı önemli bir konu haline gelmiştir.
Yukarıda belirttiğimiz gibi Anayasa’da barınma hakkı dar anlamda ele alınmıştır ve devletin yalnızca konut ihtiyacını karşılayacağı öngörülmüştür. Oysa devletin yükümlülükleri arasında Anayasa’da yazanın ötesinde, Türkiye’nin taraf olduğu milletlerarası sözleşmelerde de yer alan, bireylerin gerek kendisi gerek ailesi için yiyecek, giyecek, konut, sağlıksal bakım, gerekli toplumsal hizmetler de içinde olmak üzere sağlığına ve esenliğine uygun bir yaşam düzeyine erişme hakkını sağlama yükümlülüğü vardır. Bu yükümlülüğü yerine getirirken bireylere yalnızca bir konuta oturabilme hakkı vermenin de ötesinde, erişilebilir, yeterli, sağlık ve güvenlik içinde yaşayabileceği bir barınma hakkı vermesi bir zorunluluktur.
Dolayısıyla gerek Anayasa’nın ruhu gerek barınma hakkının temel hak ve özgürlüklerden olması ve Türkiye’nin tarafı olduğu milletlerarası sözleşmelerde yer alan düzenlemeler, devletin son günlerde barınma krizinin öznesi olan üniversite öğrencileri için yaşanabilir, erişilebilir, yeterli ve güvenli barınma imkanı vermesini zorunlu kılmaktadır.
Rekabet Kurumunun Perakende Soruşturması
Sinan Lahur
Covid-19’un gerek küresel gerek Türkiye ekonomisine olan negatif etkileri nedeniyle perakende ürünlerinde yaşanan tedarik kıtlığı ve/veya yüksek fiyat artışları herkesin gündeminde. Rekabet Kurumu da olan bitene sessiz kalmadı ve 7 Mayıs 2020 tarihinde aralarında büyük süpermarketlerin de olduğu 30 şirkete soruşturma açtı. Neredeyse 1,5 yılı bulan soruşturma neticesinde 27 Ekim 2021 tarihinde şirketler kurulun önüne çıktı ve sözlü savunmalarını verdi. Karar ise birçok yönden tartışmalara gebe.
Sözlü savunma : Sözlü savunma, rekabet hukuku soruşturmalarında karardan önce son aşamadır ve bu aşamaya kadar yazılı şekilde yürütülen süreçte soruşturulanlara, son beyanlarını kurul karşısında sözlü olarak sunma şansı verilir. Haliyle yoğun ve stresli bir süreç. 27 Ekim gecesinde ise Rekabet Kurumunun ışıkları hiç sönmedi ve gece saat üçe kadar sözlü savunma yapıldı. Savunma, toplamda 13 saat sürdü.
Yoğun geçen bir gecenin ardından kurul üyeleri uyumamış olacaklar ki 28 Ekim’de toplanıp altı şirkete Rekabet Kurumu tarihinde kesilmiş en yüksek cezayı kesti. İlginçtir ki kurulun kararını hemen açıklayacağı daha sözlü savunmanın öncesinde medyada dillendirilmişti.
Fiyat geçişleri : Kurul, kararında ceza kesilen Migros, Carrefour, BİM, ŞOK, A101 gibi şirketlerin artan fiyatların yansıtılmasında ortak hareket ettiklerine ve tedarikçileri Savola aracılığıyla bu koordinasyonun sağlandığına kanaat getirdi. Kurula göre, fiyat geçişleri tedarikçi Savola üzerinden paylaşıldı (Hub & Spoke türü kartel olarak da adlandırılır) ve koordinasyon oluşturuldu. Şirketlerin çalışanlarının Whatsapp yazışmalarının ihlale kanıt olduğu ifade ediliyor.
Cezanın miktarı : Yukarıda da belirttiğimiz üzere Rekabet Kurumunun kurulduğu 1996 yılından günümüze uyguladığı en yüksek miktarlı ceza. Meblağ, şirketlerin satış oranları baz alınınca o kadar yüksek kalıyor ki şirketlerin finansal tablolarının sarsılacağı ifade ediliyor.
Tartışmalar: Kurulun gerekçeli kararı daha açıklanmadı fakat kısa kararının bile birçok tartışmaya gebe olduğu gayet açık. Öncelikle, 13 saatlik savunmanın ertesi günü böyle ciddi bir karar vermiş olması bir eleştiri sebebi. İkinci olarak ise bu karar kurulun ilk Hub & Spoke kararı. Bu yönüyle de doğası gereği sansasyonel olan bu soruşturmanın ilerideki benzer soruşturmalarda emsal olacak olması nedeniyle Hub & Spoke analizinin sağlam temellere dayanması gerektiği açık. Ancak, Savola’nın (Hub) yalnızca yağ tedarik eden bir şirket olduğu göz önüne alınınca, cezalandırılan şirketler (Spoke) sadece yağda mı fiyat belirledi? Kaldı ki, birbirinin fiyatını hep görebilen birkaç şirketin ve benzer ürünlerin olduğu (Oligopol) pazarlarda fiyat artışlarının birbirini takip etmesi doğal bir problem. Dolayısıyla, Whatsapp yazışmalarının tam olarak koordinasyona delil olması şüpheli. Son olarak ise Türkiye ekonomi yönetiminin sürekli bir faiz kararı aldığı, TÜİK’in %20 enflasyon açıkladığı, Covid-19 nedeniyle global enflasyonun arttığı ve emtia fiyatlarının maliyetlere yansıdığı bir ortamda kurul başkanının kesilen cezanın fahiş fiyata değil, kartelleşmeye yönelik olduğu açıklamasının, kararın politik saiklerle alınıp alınmadığına yönelik tartışmaları bitireceğini söylemek oldukça güç.