21 Eylül’den herkese merhaba! Daily Press’te bugün enerji, sinema ve spor konulu üç ayrı yazıya yer verdik; “Kazandığımızı düşünürken kaybediyor olabilir miyiz?”, “In Bruges (2008): Modern Bir Klasik” ve “Sessiz sedasız yazılan tarih”.
Keyifli okumalar!
SİNEMA
In Bruges (2008): Modern Bir Klasik
Ozan Üreten
Amerikan Bağımsız Sineması’nın önemli bir ayağı olan Sundance Film Festivali’nin 2008’deki açılış filmi olan In Bruges‘ün yönetmen koltuğunda, kısa filmi Six Shooter ile adını duyuran Martin McDonagh oturuyor. Film, patronları Harry’nin komutu ile tetikçi iş arkadaşları Ken ile Ray’in iki haftalığına Bruges’e gidip gizlenmeleriyle başlarına gelecek olaylar üzerine kurulu. Kara mizah, iç çatışma ve filmde gerçek bir kahraman olmaması yönüyle bağımsız sinema özelliklerini taşıyan filmde Raymond’un (Colin Farrell) beceriksiz, kaybeden ve trajikomik hayatı seyircinin ilgisini çekerek sevgisini de kazanıyor. Ray ile beraber Bruges’e gelmiş Ken’in (Brendan Gleeson) rahat tavırları, gerçek bir turist edasıyla şehri gezme arzusu ile davranması ise ilgi çeken diğer bir durum. İş verenleri Harry (Ralp Fiennes), ağzı bozuk ve istediğinin hemen yapılmasını dileyen bir tutumda karşımıza çıkıyor. Filme girdiği andan itibaren idealist yapısıyla izleyicileri geren, düz insan profiliyle dikkatleri üzerine çekerek insanların saygısını kazanan Harry Waters karakteri, filmin kilit isimlerinden biri. Bu üç katilin ortak özelliği ise kiralık katillerin ortak etik anlayışına bağlı kalması, yani öldürülecekler listelerinde kadınların ve çocukların olmaması.
Bilindiği üzere senaryo tutarlılığı ve başroldeki oyunculuklar ne denli başarılı olsa da eğer yan karakterlerin filme etkisi düşükse izleyicide bir boşluk ve rahatsızlık hissi oluşur. Filmi bütünüyle başarılı kılan önemli etkenlerden biri de hiç kuşkusuz yan karakterlerdir. Otel ortağı Marie (Thekla Reuten), Ray’in aşık olduğu Chloe (Clemence Poesy), ırkçı söylemlere sahip cüce Jimmy (Jordan Prentice) ve dahası, filmin yapı taşlarını oluşturan yan karakterler arasında. Karakterlerin başlarından geçen olaylar anlatılırken yönetmenin kendisini hissettirdiği şehir tasviri sahnelerinin oldukça başarılı olduğunu söyleyebiliriz. Film, şehir manzaraları yansıtılırken kadraja konan ufak ayrıntılarla zihinde hüzünlü bir algı oluşturuyor. Pencereden bakan köpek, meydanda yürüyen çocuklar ve turistler, Ortaçağ yapıları ve fondaki müzik ile seyirci Bruges kentine girip; hikayeye adeta dahil oluyor. Filmin hüzünlü ve panoramik havasının yanında, komedi ve dram unsurlarına da sahip olmasıyla ana temayı trajediye dönüştürebildiğini gördüğümüz yönetmen Martin McDonagh, yüzeysel bir anlatımı başarılı bir şekilde kotararak ders verir nitelikte bir filme imzasını atmış.
Var olmanın, daha doğrusu yaşamın “acıdan” ibaret olduğunu söyleyen Schopenhauer gibi karakterimiz Ray de bir iç savaş vererek, kendi cehennemindeki acılarla yaşamaya çalışıyor. Ray’in bu durumda olmasının sebebi ise, değer algısı ve etik anlayışının çiğnenmiş olması. Küçük bir çocuğu yanlışlıkla öldüren Ray, vicdani hesaplaşma içinde görünüyor. Eğer insanın iç huzuru yoksa, Bruges gibi güzel bir Ortaçağ şehri bile boğucu olabilir. İç hesaplaşmasında galip gelemeyen insanların en önemli özelliği özgüvensiz oluşları ve en ufak imalara bile alınmalarıdır ki Ray adeta yetişkin kıyafeti giymiş bir çocuk gibi görünüyor. Tetikçi olmasına rağmen seyircinin sevgisini ve ilgisini kazanmış olan Ray, aslında çarpık olan ahlak değerlerimizi de gün yüzüne çıkarıyor. Diğer yandan asıl sorgulanması gereken ise Ray’in içinde bulunduğu vicdani ve etik sorgulama değil; Ken’in rahat tutumu. Çünkü seyirci film boyunca Ray’e odaklanıyor ve Ken’in bu dünyada cenneti yaşadığını kaçırıyor. Ray’in aksine Ken, bir iç huzura sahip çünkü prensiplerinden dışarı çıkmıyor ve hata yapmayacak kadar da mükemmeliyetçi görünüyor. Genelin kabul ettiği doğru olan tetikçilik anlayışına sahip; yetişkinleri öldürüyor. Kişiden kişiye bu derece değişim gösteren bu çarpık ahlaki yapı, seyircide de değişik sesler çıkartıyor. Çünkü toplumsal ahlak çerçevesine ya da kişisel bakış açımıza göre hareket etmeye kalkıştığımızda genel olarak bir ikilem yaşarız ve her zaman “doğru“yu seçemeyiz. Mutlak bir doğru yoktur ve insan her zaman kendine fayda sağlayan doğruyu seçer. Bazen oluşturduğumuz bu prensiplerin tutarsız olduğunu görmeye başlayınca, iç denetimimizi kaybeder ve aslında kusursuz olmadığımızı anlarız. Asıl problemse kusurlarımızı kabul ederek endişesiz bir biçimde onların üstüne gitmektir ki Ray bunun üstesinden gelemediği için kendi yarattığı cehenneminden kurtulamıyor.
Soğuk ve kasvetli havası, dar sokakları, birbiri ardına sıralanan nehir yolu ve Ortaçağ binalarıyla Bruges şehri; aslında Ray’in içinde bulunduğu karışık psikolojik durumun nesnel dünyadaki yansıması. Ray, nasıl iç çatışmasına karşı gelemiyorsa, dış dünya olarak da nesnel yansıması olan Bruges’e katlanamıyor. Filmdeki bu vicdani ve etik sorgulamanın, kör göze parmak sokulmadan absürt bir biçimde verilmesi; filmin hafif, komik ve dramatik havasını bozmuyor. Kiralık bir katilin, öldürmeye gittiği bir başka katili intihar etmek üzereyken görüp hayatın güzel olduğuna inandırması, bunun sonucunda ölmesini engellemesi gerçekten ilginç ve görülmeye değer, sorgulatıcı bir öneme sahip.
SPOR
Sessiz sedasız yazılan tarih
Alperen Delibaş
Daha önceki spor bültenlerimizde sık sık Toprak Razgatlıoğlu’ndan bahsetmiştik ama uzun bir şekilde yazmak, analiz etmek şart oldu. Bunu Toprak Razgatlıoğlu sağladı. Pist üzerinde o kadar özgüvenli, o kadar hızlı ki… Şu an Superbike Şampiyonası’nın yıldızı. WorldSBK sosyal medya üzerinden onu paylaşıyor, padoktaki eğlenceli tavırları, şakalaşması, diğer pilotlarla ilişkisi parlayan yıldızını başka noktaya taşıyor.
Nasıl başladı?
Toprak, aslında geçen seneden bu yana son 6 yılın şampiyonu Jonathan Rea’nın yerini alabilecek yegane isim olarak gösteriliyordu. Yamaha’ya ilk geldiğinde, hem motosiklete hem de takıma alışması uzun sürdü. Zaferler kazandı ama şampiyonluk için beklenen atağı yapamamıştı.
Bu süreçte, Toprak hakkındaki en olumlu yorumlar ise cesareti ve sürüş tekniğiydi. Toprak, motosikleti geç frene dayalı bir sistemde kullanıyor ve bu onu farklı yapıyor.
TRT SPOR Yıldız’a verdiği röportajda şöyle diyor: ‘’Artık bu benim stilim… Virajlarda arka tekerlek kalkınca ben daha iyi, daha rahatım demektir.’’
Bu aslında çok riskli. Ama motor sporlarında tarih boyunca da risk alanlar gerçek anlamda yıldız olabildi. 24 yaşındaki Toprak’ın da şu anda padoğun yıldızı olduğunu çok net bir şekilde söyleyebiliriz. Çünkü keyif alıyor, izleyenlere de keyif veriyor. Toprak son dört yarışı kazandı; üçü Fransa’da, biri İspanya’da… Fransa’daki Superpole yarışında pist limitini aştığı gerekçesiyle birinciliği alınsa da, kararın verildiği tweetin altına gülücük emojisi ekleyebiliyor. Şu an hep bahsettiğimiz mentalite konusunda zirvede. Sadece bu bile onu diğer Türk sporcularının önüne geçiriyor. Röportajlarda gülüyor, rekabet konusunda endişeli değil.
Yarışları kazanırken ise tekniği yine geç fren üzerine. Jonathan Rea bir çözüm bulamıyor şimdilik. Zaten her defasında birbirlerine duydukları saygıyı da belirtiyorlar.
Yamaha’nın patronu Lin Jarvis, Toprak ile ilgili önemli bir açıklama yaptı. Toprak Razgatlıoğlu’nun gelecek yıl MotoGP’de olmayacağını fakat mevcut performansı devam ederse, kendisini 2023 için buraya getirmek istediklerini söyledi.
Bu aslında MotoGP dinamiklerine bakıldığında tamamen politik bir açıklama… Şu an Toprak, MotoGP takımları için ilk hedef; bunu dile getiremiyorlar çünkü geleceği belli olmayan birçok pilot var.
Nasıl kazandı?
Biraz bu hafta sonuna bakalım. Toprak, ilk yarışta mutlak favori olduğunu kanıtlayıp, baştan sonra lider götürerek zafere uzandı. Superpole’de Rea ve Kawasaki taktik değiştirdi. Dengeyi sağladı, son virajda cesur bir atakla Rea’yi geçti. Üçüncü yarışta ise çok sakindi… Rea’ya defalarca geçilmesine rağmen 10 tur kala geride bıraktı ve farkı üç saniyeye çıkarıp, önemli bir zafere daha imza attı.
Türkiye için motor sporlarında kazanılan başarılar kitabının ilk sayfalarındayız. O yüzden spor dünyası farkında olmayabilir ama Toprak kendi alanının en üst seviyesine adım adım çıkıyor. Bundan iki – üç sene sonra tüm dünyada taraftarları olan bir pilota dönmemesi için hiçbir neden yok…
MotoGP için de yeşıl ışık yakıyor; önce şampiyon olacağım, sonra gideceğim diyor.
WorldSBK ise şimdiden Toprak’ın lakabını bulmuş durumda: STOPRAK!
Şampiyonanın bitmesine 5 Grand Prix var. 15 yarış yapar… Puan alınabilecek 15 yarış… Jonathan Rea 363, Toprak 370 puanda. Psikolojik olarak ise fark daha fazla.
Dipnot: MotoGP ile Dünya Superbike Şampiyonası arasındaki fark ne?
Biri diğerinden daha zor, biri diğerinden daha üst kulvar demek imkansız. Biri diğerinin bir üst ligi değil, tamamen farklı iki organizasyondan bahsediyoruz.
İki organizasyon arasındaki ana fark ise motosikletlerin teknik özellikleri. MotoGP’deki bir motosikleti, dünyanın herhangi başka bir yerinde görme imkanınız yok. Hepsi özel üretim, fabrikalar her sezon için ayrı motosikletler üretiyor. MotoGP, bu açıdan Formula 1’e benziyor. Superbike ise üreticilerin, dünyanın her yerinde sattığı motosikletlerin gelişmiş haline ev sahipliği yapıyor. Otomobilde ralli ya da GT serisi gibi diyebiliriz. Aralarda birçok teknik farklılık olsa da, temelde Superbike daha çok denetleniyor, çok daha fazla sınırlamalarla en iyi motoru ortaya çıkarmaya çalışıyor, MotoGP ise daha az sınırlama ile prototip motorlar üretiyor. Amaçları ise ortak; üreticilerin daha fazla motosiklet satması.
ENERJİ
Kazandığımızı düşünürken kaybediyor olabilir miyiz?
Haydar Kepekçi
Bitcoin, 2020’de en yüksek piyasa değeri olan 63 bin dolara ulaşarak tüm dünyada ilgiyi üzerine çekti. Bunun sonucunda da kripto paralar hayatımızın her alanına dahil oldu. Elon Musk tarafından kripto paralarla ilgili atılan bir tweet‘le bile hem ülkemizde hem dünya genelinde gündem bir anda değişebiliyor. Geçtiğimiz günlerde Latin Amerika ülkelerinden El Salvador’un kripto paraları resmi para birimi olarak kabul eden ilk ülke olmasıyla bu ilginin artarak büyüyeceğini görmüş olduk. Rusya ve Amerika’da yakın zamanda gerçekleştirilen hacker saldırılarında korsanlar tarafından fidye istenirken kripto paranın tercih edilmesi, sanal paraların kullanım alanlarının sorgulanmasına yol açtı. Kısacası kripto paraların finansal sektörde büyük bir devrim yarattığı söylenebilir.
Peki nedir bu kripto paralar? Kriptoloji, şifreleme bilimidir. Verilerin belirli bir sisteme göre şifrelenmesi, alıcıya gönderilmesi ve bu şifrelemenin çözülmesi ile verilerin tekrar ortaya çıkma süreci kriptolojinin konusudur. Kripto para, kriptoloji kullanan sanal bir para birimidir. Matematik temelli şifreler kullanılarak bilgisayarlar tarafından üretilir. Herhangi bir hükümetin yönetiminde olmadığı için kolayca takip edilemez ve bilinen para birimlerine göre daha güvenli olabilir. Kripto paraların üretimi de bir çeşit madencilik gerektirir: bilgisayarların uzun süre matematiksel problemler çözmesini gerektiren bir madencilik. Dolayısıyla kripto para üretmek için gerekli olan üç şey güçlü donanıma sahip bilgisayarlar, internet ve elektriktir. Bunlara sahip olan herkes üretici olabilir.
Kripto paraları üretmek bu kadar kolayken yaygınlaşması da gayet doğal bir durum. Tam da bu noktada akıllara gelen soru bu sistemlerin çalışırken ne kadar enerji kullandığı. Kripto paralara olan ilginin artmasıyla beraber, şahısların yanı sıra büyük şirketler de piyasaya girdi. Sonuç olarak madencilik sıradan bilgisayarlar kullanılarak değil, büyük çaplı iş istasyonları kullanılarak yapılmaya başlandı. Bu durum da kullanılan enerji miktarının devasa düzeylere çıkmasına sebebiyet verdi.
İngiltere’de Cambridge Üniversitesi Alternatif Finans Merkezi (CCAF) tarafından hazırlanan bir rapora göre, Bitcoin üreticileri bir ülke olsaydı, dünyanın en fazla elektrik tüketen 30’uncu ülkesi olacaktı. Bu çalışmada kripto para birimlerinin enerji tüketimleri de araştırılmış ve Bitcoin’in toplam enerji tüketiminin, saatte ortalama 130 terawatt olduğu hesaplanmıştır. Elektrik tüketiminin saat başına 121 terawatt olduğu Arjantin ve 108.8 terawatt olduğu Hollanda’nın, Bitcoin madenciliğinden daha az enerji harcadıkları ortaya çıkmıştır. Aynı raporda Bitcoin madenciliğinin enerji kullanım kaynakları da araştırıldı ve bunun yaklaşık üçte ikisinin fosil yakıtlardan elde edildiği tespit edildi. Yani finansal bir devrim olarak tanımlanan kripto paralar, ilginç bir şekilde iklimimize zarar veriyordu.
Peki bu durumun çözümü ne olabilir? Kripto para madenciliğini hayatın olağan akışında bir gerçeklik olarak kabul edip bir takım önlemler almak gerekiyor. İlk seçenek, madencilik için kullanılacak enerjiyi azaltan daha verimli bilgisayar sistemlerinin tasarlanması. Diğer bir seçenek ise madencilik faaliyetlerinde kullanılacak enerjinin yenilenebilir enerji kaynakları kullanılarak elde edilmesidir.