Novus Teknoloji bülteninin tanıtım sayısından herkese merhaba! Saatlerimiz 10.00, tüm teknolojik keşif ve inovasyonların arasından zamanın ruhuna yön veren gelişmeleri aktarıyoruz.
Haftanın başlıkları:
🔤 Google tekeli ve antitröst davası
📱 Güç adaptörsüz iPhone12
🖥️ Kuantum bilgisayarlar
🧠 Yapay zekâ üzerine
Keyifli okumalar!
REKABET
Google tekeli ve antitröst davası
Sinan Lahur
ABD Adalet Bakanlığı, 20 Ekim 2020 tarihinde sunduğu dava dilekçesinde; Google’ın arama ve arama reklamcılığı sektörlerinde sahip olduğu tekel gücünün serbest rekabeti bozduğunu, tüketici tercihlerini kısıtladığını ve yeniliğin onun önüne geçtiğini iddia etti. Ayrıca Bakanlık, Google’ın açmış olduğu sorunlar için mahkemeden önlemler almasını istedi. Son yıllarda Google aramanızda birbiri ardından gelen reklamlar, promoted şeklinde arama sonuçlarının en tepesinde çıkarılan ürün veya hizmetler dikkatinizi çekti mi? Yeni aldığınız cihazlarınızda kendiliğinden Google Chrome ve diğer Google hizmetlerinin kurulu olduğunu fark ettiniz mi? Alternatiflerin size sunulmadığı hatta varlıklarından haberdar bile olmadığınızı düşünüyor musunuz? Eğer bu sorulara yanıtınız olumlu ise bu yazımız ilginizi çekecektir.
ABD Adalet Bakanlığı tarafından sunulan dilekçede Google’ın eylemleri neticesinde mobil arama hizmetleri pazarını kontrol altında tuttuğu iddia ediliyor. Dilekçede Google’ın:
-
Rakip arama hizmetinin telefonlara indirilmesini engellediği
-
Arama hizmetlerini mobil cihazlarda (akıllı telefonlar, saatler, hoparlörler, televizyonlar ve hatta arabalarda) ön kurulum (pre-installation) olarak yer almasına zorladığı
-
Apple ile yaptığı uzun süreli sözleşmelerde Apple cihazlarında varsayılan arama motoru olarak yer aldığını
-
iOS’un aksine, Android’in cihaz üreticilerine bedava lisanslandığını ve bu sayede Android işletim sistemine sahip telefonlara da arama hizmetini dikte edebildiği iddia ediliyor.
Görüldüğü üzere Google’ın faaliyetleri neticesinde arama motoru hizmeti vermek isteyen herhangi bir şirketin tüm faaliyet alanı kısıtlanabiliyor. Tüketicilerin ise Google dışında opsiyonları kalmayabiliyor ve alternatiflerin varlığından bile haberdar olamayabiliyorlar. Bu sayede Google hiçbir rekabetçi baskıdan etkilenmeden dilediği gibi piyasayı yönetebiliyor ve gelirini artıracak her atılımı gerçekleştirebiliyor. Bu sayede tüketicilere daha az reklamlı bir arama motoru hizmeti sunabilecek potansiyel bir şirket, Google’ın aksiyonları neticesinde karşımıza dahi çıkamıyor ve bizim aldığımız hizmetin de kalitesi Google tarafından belirlenebiliyor.
Ne olmuştu?
Aslında benzer antitröst iddiaları ilk önce Avrupa Birliği’nde ileri sürülmüştü. Avrupa Birliği Komisyonu’nun soruşturmaları sonucunda Google; arama motoru, arama motoru reklamcılığı ve Android işletim sistemi pazarlarındaki faaliyetlerinden ötürü toplamda 9 milyar avroya yakın para cezasına çarptırılmıştı. O dönemde AB’nin “klasik Avrupa sosyal devlet anlayışıyla” hareket ettiği düşünülüyordu. Hatta Brüksel’in bahis konusu cezaları, “ABD ve AB arasında dönen ticaret savaşları” sebebiyle politik bir ceza aracı olarak kullandığı da çok yazıldı. Vaşington cephesinde ise geçtiğimiz aylarda Apple, Google, Facebook ve Amazon’un CEO’ları, ABD Kongresi’ne görüntülü aramayla ifade vermişlerdi. Gerekçe ise ilgili şirket faaliyetlerinin rekabet hukuku bağlamındaki sonuçlarını kamuoyuna açık bir ortamda tartışmaktı. İfadelerinin ardından Kongre hazırladığı 450 sayfalık raporda, Big Tech’in tekel olduğunu ve yapısal anlamda şirketlerin bölünmesi gerektiğini ileri sürmüştü. ABD’de daha önce Standard Oil, AT&T ve Microsoft tekel gücü sebebiyle bölünmüştü.
Bakanlık ne istiyor?
ABD Adalet Bakanlığı, dilekçesinde son olarak Google’ın eylemlerinin Sherman Yasası (ABD rekabet kanunu) kapsamında hukuka aykırı olduğunun hüküm altına alınmasını ve piyasadaki rekabetin etkin bir şekilde sağlanabilmesi için gerekli tedbirlerin alınmasını talep ediyor. Şayet ki bölünme gündeme gelirse Google, bünyesinde bulunan arama hizmetleriyle Android’in ayrılabilmesi tartışılacak. Serbest piyasa, girişimcilik ve teknoloji şirketlerinin büyümesine destek veren Vaşington’un böyle bir bölünmeyi talep etmesi, ABD tarihi ve politikası açısından tartışmaları da beraberinde getirecektir. Başkanlık seçimine iki hafta kala Alphabet’in sancak gemisinin akıbetini ilerleyen günlerde hep birlikte göreceğiz.
YEŞİL
Güç adaptörsüz iPhone12
Yörükcan Erbay
Apple’ın USB-C’si Kaynak: Apple
Apple’ın yeni telefonlarla birlikte şarj adaptörü ve kulaklık vermemesi gerçekten çevreci mi yoksa kârlılığı arttırmak için kullanılan bir taktik mi?
13 Ekim tarihli etkinliğinde yeni nesil telefonları iPhone 12’yi tanıtan Apple, artık cihazların yanında ücretsiz kulaklık ve güç adaptörü göndermeyecek. Apple Park otoriteleri, bir süredir kablosuz kulaklıkları AirPods’la da güç adaptörü göndermeyi bırakmıştı. Bundan böyle paketlerde, iPhone veya AirPods haricinde sadece bir ucu Apple ürünlerine girebilen (Lightning) diğer ucu da yeni nesil evrensel bağlayıcı (USB-C) olan bir kablo verecek.
Bu adımla:
Müşterilerin mevcut adaptör ve kulaklıklarını kullanmasına teşvik edecek Cupertino merkezli şirketin oyun planı, elektronik atıkların azalmasına katkı sağlamak. Şirketin çevre politikalarından sorumlu başkan yardımcısı Lisa Jackson’a göre müşterilerin elinde 700 milyondan fazla kablolu kulaklık ve 2 milyardan fazla da Apple güç adaptörü var.. Bunun üzerine kablosuz kulaklıklar ve üçüncü taraflarca satılan milyarlarca parça da eklendiğinde her iPhone 12 kullanıcısına yeni destek ürünleri göndermenin israfa sebep olacağı görünüyor. Ayrıca Apple, daha az yer kaplayan paketleri sayesinde hacim başına %70 daha fazla telefon nakledebilecek. Tüm bu değişikliklerle şirketin karbon salınımını yılda 450 bin aracın trafikten çekilmesine eşdeğer 2 milyar ton CO2 kadar azaltması bekleniyor.
Bir adım geriden:
Şu anda kendi tesislerinde tamamen yenilenebilir enerji kullanan Apple; temmuzda yaptığı açıklamada 2030’a kadar, müşteri kullanımı dahil olmak üzere, bütün tedarik zincirinde karbon nötr olmayı hedeflediğini belirtti. 2019’da karbon ayak izini 2015’e göre %35 azaltan şirket 25 milyon ton CO2 salınımına sebep oldu. Doğrudan enerji kullanımı oldukça düşük olan Apple’ın salınımlarının %75’i imalat, %16’sı son kullanıcı ve %5’i ise nakliyattan kaynaklanıyor. Şirket yıllık sürdürülebilirlik raporlarında ürünlerin ayrı ayrı çevresel etkilerini açıklamasa da içerdikleri değerli metaller ve ağırlıkları yüzünden aslan payının telefon, bilgisayar ve tabletlerde olduğunu, kablolu kulaklık ve güç adaptörlerinin ise daha kısıtlı karbon salınımına sebep olduğu düşünülüyor.
Çekince:
Çevreci gruplar, Apple’ın kararını olumlu karşılamakla beraber iklim değişikliğiyle etkin mücadele için atılması gereken daha çok fazla adım olduğunu savunuyor. The Verge’den Justine Calma’ya göre Apple bu stratejisiyle kullanıcıları geleneksel ürünlere kıyasla daha pahalı ve çevreyi daha olumsuz etkileyen kablosuz kulaklık ve şarj aletlerine yönlendirebilir. Örneğin pil ömrü azaldığında tüm işlevini kaybeden AirPods’un raf ömrü kablolu kulaklıklara göre daha kısa. Öte yandan eski Apple güç adaptörlerinin çoğu USB-C yerine USB-A girişine sahip olduğu için müşteriler kısa vadede yeni adaptörler almak zorunda kalacaklar. Ayrıca Apple’ın gelecek Iphone modellerinde Lightning girişini USB-C veya Apple’a özel Akıllı Bağlayıcılarla değiştirmesi bekleniyor. Bu durumda iPhone 12 kutularında gönderilen kablolar tamamen işlevini yitirecek.
Sonuç:
iPhone 12 kutularına güç adaptörü ve kulaklık eklenmemesi telefon ve destekleyici parçaların satışını birbirinden ayırdığı için Avrupa Birliği’nin Döngüsel Ekonomi Eylem Planıyla uyumlu bir hamle. Fakat Apple, müşterilerine kendi markasına has kablosuz şarj ve kulaklık teknolojileri satarak bu dönüşüm sırasında kârını artırmayı amaçlıyor. Uzmanlar ise bu tür etkisi kısıtlı adımların yanı sıra elektronik sektörünün temel çevresel sorunlarını çözebilecek daha radikal değişiklikler (modüler tasarımlar, daha fazla geri dönüşüm ve yeniden kullanım stratejileri) bekliyor.
KUANTUM
Teknolojinin Son Treni
E. Meltem Tolunay
Türkiye’de dijital sektörde yer alıyorsanız gündeminizde olan teknolojiler üç aşağı beş yukarı bellidir. Veri biliminin şekillendirdiği bu çağda teknolojik altyapıları güçlendiren gelişmeler veri tabanlı derin öğrenme ve makine öğrenimi gibi alanlardan geliyor. Zira Türkiye de son hızla hareket eden veri bilimi trenine atlamak için oldukça büyük girişimlerde bulundu. Ancak burada dikkat edilmesi gereken nokta şu: ülkemizde bu girişimlerin yoğunlaştığı dönemde söz konusu teknolojiler dijital devrimin öncüsü olan ülkelerde zaten doruk noktasına ulaşmıştı. Belki de bu yüzden Türkiye’deki girişimlerin zamanlamasını son hız ilerleyen bir trene koşarak yetişmeye çalışan bir figür olarak betimlemek çok da yanlış olmayacaktır.
İşte tam bu noktada,
Henüz tam olarak momentum kazanmamış ancak bilişim alanında çığır açması kaçınılmaz olan teknolojilere yönelmek Türkiye’de stratejik bir hedef haline getirilebilir. Günümüzde bu alanların belki de en dikkat çekeni kuantum bilgisayarlar. Ülkemizde bu teknolojiye aşina olanların sayısı tartışılır durumdayken ABD’de Şubat 2020’de kuantum bilgisayarlar bir yana; birçok kuantum aleti içine alan bir ağ, yani kuantum internet hakkında stratejik vizyonunu ele alan bir rapor yayımladı bile. Raporun satır aralarında ABD’nin -son derece gerçekçi sebeplerle- kuantum teknolojilerini bir ulusal güvenlik meselesi olarak algıladığını görmek hiç de zor değil. Çin ve Rusya gibi ülkeler de bu yarışı çok ciddiye alıyorlar. Nature dergisinde 2019’da yayımlanan bir makaleye göre Rusya, 5 yıllık dönem için kuantum teknolojilerine hâlihazırda 790 milyon dolar ayırmaya karar vermiş durumda.
Bu yarış sadece devletler arasında değil, firmaların da kuantum bilgisayar teknolojisinde üstünlük sağlama çabaları gözle görülür düzeyde hız kazanmış durumda. Google’ın 2019’da kuantum üstünlüğünü göstermeyi başardığını bir makaleyle duyurmasının ardından, IBM’in 2023 sonuna kadar 1000 kübit hedefini açıklaması işlerin ne kadar kızıştığının bir göstergesi aslında. Türkiye açısından bakacak olursak, şu an bir kuantum bilgisayar üretmek için gereken yatırım ve uzman iş gücü çok uzak bir hedef olarak görünüyor. Ancak unutmamak gerek ki bu alanda görece küçük miktarlarda yatırımlarla teori, algoritma ve yazılım üzerine çok önemli ilerlemeler kaydetmek mümkün. Kuantum bilgisayar teknolojilerinin önümüzdeki çağın en büyük ataklarından birini yapacağının ayak sesleri duyulmaya başlamışken, belki de henüz yola çıkmamış bu trene şimdilerde bilet almaya çalışmak ileride arkasından koşmamak adına çok doğru bir stratejik hamle olacaktır.
YAPAY ZEKÂ
XAI Nedir?
Yeliz Döker
Açıklanabilir Yapay Zekâ (Explainable Artificial Intelligence “XAI”), otomatikleştirilmiş sistemlerde kullanılan yöntemleri veya tasarım seçimlerini ifade eder. Böylece Yapay Zeka; özellikle Makine Öğrenimi, insanlar tarafından açıklanabilen ve anlaşılabilen bir mantığı takip eden çıktılar verir. Sosyal medya ortamlarında algoritmik olarak etkinleştirilmiş karar vermenin yaygın kullanımı, kararda yanlışlıkla kodlanan potansiyel ayrımcılık ve önyargılarla ilgili ciddi endişelere yol açmıştır. Dahası, tıp veya hukukta olduğu gibi yüksek düzeyde hesap verebilirlik ve dolayısıyla şeffaflık olan alanlarda makine öğreniminin kullanılması, çıktıların net bir şekilde yorumlanabilirliğine olan ihtiyacı artırmaktadır. Bir insan operatörünün otomatik karar vermede döngü dışında olabileceği gerçeği insan önyargısının makinenin verdiği sonucun bir parçası olamayacağı anlamına gelmez. Yasal sürecin ve insan muhakemesinin yokluğu, zaten sınırlı olan sorumluluğun kime yükleneceği olgusunu daha da belirsizliğe sürüklemektedir. Çünkü algoritmik olarak yönlendirilen süreçler o kadar karmaşıktır ki sonuçları mühendislik tasarımcıları tarafından bile açıklanamamakta veya öngörülememektedir: bu genellikle AI’da kara kutu (Black Box) sorunu olarak ifade edilmektedir.
Black Box sorunu:
Black Box, Yapay Zekâ’da kullanılan belirsiz sistem olgusunu ifade etmek için kullanılan bir metafordur. Sistem, izleyicinin Black Box’a hangi girdilerin girdiğini veya hangi çıktıların çıktığını gözlemlemesine izin verir. Ancak, matrislerin içindeki değerler açıklanamamakta veya bir izleyici tarafından takip edilememektedir. Bu süreç esasında biraz beyin anatomisinin incelenmesine benziyor. Bilim insanı beynin işlevlerini analiz etse bile düşünce kalıplarını veya bilinçaltının kendisini inceleyemez. Tabii tüm bu muğlaklıktan ve sistemin içinde gerçekte ne olduğunu anlamanın zorluğundan fenomen Black Box ismini almıştır.
Yapay Zekâ tarafından verilecek kararlara neden güvenilsin ki?
XAI, Yapay Zekâ’ya güven açısından önemli bir adım olabilir. Zira, karar verme sürecini anlamak, kontrol etmek ve hatta iyileştirmek için kullanıcılarla mühendisler sistemin arkasındaki mantığı da anlamak zorundadır. Yapay Zekâ sistemlerinin can damarı “veri”dir. Eğer nüfus ırkçı ve ayrımcıysa, insanların sağlamış olduğu veriler de aynı oranda ayrımcı ve ırkçı olma eğilimindedir. Yapay Zekâ veya Otomatik Karar Verme sistemleri debu verilerle beslendiği için verdikleri kararlarda da bozulma tespit edilmektedir. Hukuken bu sistemler tarafından verilen kararların şeffaflığı, adaleti ve güvenilirliği literatürde birçok tartışmaya yol açmış ve tartışmanın nihai galibi belli olmasa da Yapay Zekâ’ların ayrımcı ve ırkçı kararlar alabildiği rahatça gözlemlenmiştir.
Örneğin,
Google’ın Çeviri Algoritmasının cinsiyet ayrımı bulunmayan bir dilde yazılmış bir cümleyi cinsiyet ayrımı olan bir dile çevirirken “doktor” mesleği için erkek cinsiyetini seçerken, “hemşire” mesleği için kadın cinsiyetini seçtiği tespit edilmiştir. Ayrıca, bir görüntü tanıma algoritması da bir Afro-Amerikan çifti “goril” olarak tanımlamıştır. Bir insan tarafından yapılmış olsun ya da olmasın Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi hem doğrudan hem de dolaylı ayrımcılığı yasakladığından, bunlar insan haklarına aykırı kabul edilen ihlallerdir.
Sonuçta:
Güvenilmez kararlar etrafındaki tartışmaları iyileştirmek için “açıklanabilirlik” ilkesi kurtarıcı rolünü benimseyecektir. Verilen kararların arkasındaki matematiksel nedenler açıklansa bile toplum için yeterli bir güvenilirlik ve anlaşılabilirlik sağlamaya yetmeyecektir. Oysa ki XAI, verilen kararların arkasındaki matematiksel sebebi anlatmak yerine nihai kararı vermesinin arkasında yatan mantığı anlatacaktır. Çünkü toplumun bu sistemlere güvenmesi için mekanizmanın kendisine güvenmesi gerekmektedir.
GELİŞMELER
ABD Adalet Bakanlığı, Alphabet’in merkez şirketi Google’a son 20 yılın en büyük antitröst davasını açtı. Federal yönetimin davasına 11 eyaletin de katıldığını belirtelim.
-
Google CLO’su Kent Walker: “İnsanlar mecbur kaldıkları veya alternatif bulamadıkları için değil, tercih ettikleri için Google’ı kullanıyorlar.”
The Verge editörlerinden Dieter Bohn’dan iPhone 12 incelemesi:
-
Güzel şeyler: İnanılmaz bir kamera, inanılmaz bir MagSafe ekosistemi ve tabii inanılmaz bir ekran.
-
Kötü şeyler: 5G vergisi, Pil de üzücü bir gerileme ve fiyatta üzücü bir artış.
Wired editörlerinden Julian Chokkatu’nun Samsung Galaxy A71 5G incelemesi:
-
Güzel şeyler: 6,7 inçlik süper ekran. 24 saati aşkın pil ömrü ve iyi bir kamera. Kulaklık girişi ve artırılabilir depolama alanı.
-
Kötü şeyler: Güneşli günlerden çok çeken Samsung ekran parlaklığı. Parmak izi sensörü problemleri. Su geçirmezlik yok Kablosuz şarj yok…
Mobil cihazlara özel dijital yayın platformu Quibi, kapanacağını duyurdu. 10 dakikadan kısa ancak yüksek kaliteli içerikler sunan şirket geçtiğimiz şubatta 1 milyar dolar yatırım almıştı.
-
Arkası: Sensor Tower’ın raporuna göre ilk kullanıcı dalgasının yalnızca %10’u ücretli abone olarak uygulamayı kullanmaya devam etti. Şirket ayrıca Disney ve Alibaba’dan da 2 milyar dolar yatırım almıştı.
Kaliforniya merkezli yarı iletken üreticisi Qualcomm, yeni çipleriyle baz istasyonu pazarına giriyor.
-
Kısaca: iPhone ve Samsung Galaxy’lerin çipcisi, 5G pazarının bol antenli ve kablolu tarafına geçiş yapıyor. Huawei ve Ericsson’un yeni rakibi, RAN ürünleriyle bu yıl 5G altyapı pazarında 8 milyar doları aşkın değerlemeye sahip olabilir.
Facebook da bulut oyun sektörüne giriş yapıyor. Google’ın Stadia’sı ve Microsoft xCloud’dan farklı olarak Zuckerberg’ün oyun planında şimdilik mobil oyunlar var.
SpaceX, geçtiğimiz hafta 120 adet Starlink uydusu fırlattı. Yörüngeye 1.000 civarı uydu yollayan Elon Musk’ın hedefi ise kendi geniş bant internet hizmetine sahip olmak.