Eski Dışişleri Bakanı Shintaro Abe’nin oğlu ve eski Başbakan Nobusuke Kishi’nin torunu prens lakaplı Shinzo Abe’nin iktidarlık dönemi, esasında Japonya siyasi kültürüne hakim “aile hanedanlığı” sisteminin bir yansıması. Geçtiğimiz hafta büyük amcası Eisaku Satō’nun 2.798 günlük rekorunu kırarak, ülke tarihinin en uzun süre hizmet veren başbakanı ünvanını kapan Abe, sağlık sorunları sebebiyle istifa etti. Hastalığının karar alma sürecinde yoluna çıkmasını istemeyen lider, görev süresini tamamlayamadığı için Japonya halkından özür diledi.
Güce ulaşmak: 1993’te parlamentoya ilk kez vekil olarak giren Abe, 2005’te Başbakan Junichiro Koizumi yönetiminde kabine sekreteri olarak kendine yer buluyor, bir yıl sonra Koizumi’nin yerini alarak Japonya’nın İkinci Dünya Savaşı sonrası en genç başbakanı ünvanını elde ediyor.
2006’da 50 milyon vatandaşı yakından ilgilendiren emeklilik kayıtlarının kaybolması genç liderin hükümetini derinden etkiledi. Muhalefet Demokrat Parti, 2007 seçimlerinde Abe’nin Liberal Demokrat Partisini ağır bir yenilgiye uğrattı. Abe’nin ülseratif kolit (bağırsak hastalığı) sebebiyle istifa etmesi de aynı yıl gerçekti. Genç prensin hastalığı yenmesi ve başbakan olarak zirveye çıkması için beş yıl gerekecek; LDP sırasıyla 2014 ve 2017 seçimlerinden galip çıkacak ve Abe, Japonya tarihinin en uzun görev yapan başbakanı olacaktı.
2012: 1964- 1972 yılları arasında görev yapan büyük amcası Sato’nun hükümeti Japonya’ya altın çağını yaşatmıştı. Doğu-Batı rekabeti sağlıklı bir zemine taşınmış, ülke adeta her şeyi ödenen “Amerikan koruması” altındaydı. “Batı” ülkelerine yapılan ihracat yıllık büyüme rakamlarını %10’larda tutuyordu. 2012’de göreve gelen Abe’nin sorumlu olduğu Japonya’nın pozisyonu çok başkaydı. Nüfus giderek yaşlanıyor, büyüme yavaşlıyor, borsa sallantıda ve deflasyon ülke ekonomisini zayıflatıyordu.
“Japonya geri döndü”: İktidara gelir gelmez kendi adını taşıyan Keynes ekonomi politikalarını anımsatan Abenomics yapısal reformlarıyla ülkenin 20 yıllık durağan büyümesine hareket getirdi. Abe yönetimi; şirketler ve tüketiciler için ucuz kredi sağladı, altyapı ve hükümet harcamalarında vites arttırdı ve tabii şirketlere vergi indirimleri gibi mali teşvikler sundu. “Japonya geri döndü” söylemiyle yıllar içinde popülerleşen lider, kadınlar ve göçmenlerin iş hayatına katılımı gibi kültürel konulara fikirsel mesai harcadıysa da pek başarılı olamadı. Küresel büyümenin de etkisiyle ülkede açığa dayalı harcamalar arttı, para biriminin yüksek değeri biraz törpülendi, turizm de patlama yaşandı ve borsa hızla yükseldi.
Pasifist anayasa: Hiroşima ve Nagasaki’de atom bombalarının savaşta kullanılmasının ardından 75 yıl geçti. Fakat, ABD işgalci güçleri tarafından yazılan Japonya anayasası ülkede hâlâ geçerliliğini koruyor. Ulusun “sonsuza dek savaştan sakınacağını” belirten dokuzuncu madde, ülkenin “kara, deniz ve hava” kuvvetleri oluşturmasının da önünü kapıyor. Abe ve muhafazakâr kanat siyasilerin uzun yıllardır bu maddeyi kaldırmak veya yumuşatmak istediği biliniyor. Gerekçe ise ada ülkesini “normal bir ülke” hâline getirmek. Ülkenin pasifist anayasasını revize eden ilk kişi olmak isteyen başbakan, 2019’da seçimleri kazansa da LDP nitelikli çoğunluğu sağlayamadığı için bu değişiklik, bir hayal olarak kaldı. Abe, hayalini gerçekleştiremese de görevi devralacak lider kim olursa olsun bahis konusu reform için mücadeleye devam edeceğine inanıyor.